26 Aralık 2011 Pazartesi

Şampiyon Kokoreç



   Dünyada ki en sevdiğim yemek ne diye sorsanız tereddütsüz tabikide "Kokoreç" derim. Kokoreçle tanışmam 5 yaşında oldu ve hala severek yemeğe devam ettiğim bir lezzet. Kokoreç bilindiği üzre hayvanın bağırsak kısmından yapılıyor. Böyle söylendiğinde kötü gelse de kulağa tadı inanılmaz güzel.

    Şampiyon Kokoreç, kokoreçten köfteye, zümfükülten ayvalık tostuna, hamburgerden çorba, midye dolma ve midye tavaya vazgeçilmez tatlar sunan Şampiyon, Türkiye`nin lezzet klasiği haline gelmiştir. Kokoreç sevmeyenleri de düşünen bu muessese her damak tadına hitap etmektedir.

    İlk şubesini Beyoğlu`nda açan Şampiyon, o günden bu yana açılan Beşiktaş, Kızıltoprak, Kadıköy, Bostancı, Ümraniye, Bakırköy, Şirinevler, Ataşehir, Mecidiyeköy, Bodrum, Eskişehir, Ankara, İzmir, Edirne ve Mersin şubeleriyle damakları şenlendirmeyi sürdürüyor.

   Kokoreç yemek ve sevmek bence bir kültürdür. Kokoreç kültürü gece evdeyken çok acıktığınızda Beşiktaş'a inip Şampiyon Kokoreç'e gitmektir. Şampiyon Kokoreç benim İstanbul'da kokoreç yediğim iki yerden bir tanesidir. Başka yerde asla kokoreç yemem çünkü bu işte temizlik birinci planda gelir ve bu konuda bilmediğim yerlerden asla yemem. Gelelim kokoreçten sonra midyeye. Midye tava ve midye dolma kokoreçin yanında vazgeçilmez bir yiyecektir. Yarım ekmek kokoreçin yanına bir porsiyon midye tave ve 10 tane midye dolma söylemeden olmaz.
                                               Midye Tava & Midye Dolma ve acı biber

   Midyeler geldikten sonra bir güzel afiyetle yemeğe başlanır. Yanına ayran da söylenir tabikide ( açık ayran tercih edilmesini öneriyorum ). Yemek bittikten sonra Şampiyon Kokoreç'in bi felsefesi olmuş ve her şubesinin mutlaka duvarında yazan yazı göze çarpar. Şuan tam olarak hatırlamasam da kesinikle o yazıyı okuyun. Kokoreçi o kadar güzel bir şekilde tarif etmiştir ki ..

   Kokoreç sevenler eminim şuan koşa koşa evine yakın bir yerdeki Şampiyon Kokoreç'e gitmeye hazırlanıyorlardır. Tüm kokoreç sevenlere afiyet olsun diyorum :)

                                                 Şampiyon Kokoreç Beşiktaş Şubesi

Filizler Köftecisi

 

Asya yakasında, Kız Kulesi'ni ararken tesadüfen bulduğum bir yer Filizler Köftecisi. Kız Kulesi'nin karşısında o eşsiz manzarada yemek yiyebiliceğiniz bir yer.

  Ben kendi gözlemimi anlatmaya başliyim ilk olarak. Benim gittiğim zaman ramazan ayıydı ve iftar için bütün sofralar hazırlanmıştı. Filizler Köftecisi'nde yer bulmak imkansızdı. Zar zor iftar yapılmayan sadece tatlı yenen bir bölümde yer bulabildik. İftar yoğunluğu olmasına rağmen servis çok hızlıydı. Manzarası denize sınıf ve Kız Kulesi'ni görür bir biçimde. Herkes yemek yemeğe başlamışken bende menüde adı değişik olan bir yemek söyledim. Adı "köfteci" olduğundan bilindik köftelerden değilde benim ilgimi çeken    bir köfte yemek istedim. Menü de hemen gözüme "sebzeli köfte" adı takıldı. Hiç sebzeli köfte yememiştim. Yemek geldiğinde,yanında kızarmış domates, püre ve pilav vardı. İçecek olarak tabikide köftenin en yakın arkadaşı olan "ayran" içtim. Sebzeli köfteye gelelim. Sebzeli köftenin içinde;kabak, havuç, maydonoz, patates ve kaşar peyniri vardı. Tadı beklediğimden de güzeldi. İlk başta ön yargılı yaklaşmış olsamda ( adında sebze var diye ve eminim çoğu kişi benim gibi sebze sevmiyordur ya da köftenin içine sebzeyi yakıştıramıyordur ) yedikten sonra ön yargılı yaklaştığım için kendime kızdım.Ortaya sağlıklı sebzeli bir köfte çıkarmışlar tabiki de yğzde 90 et içeriyor. Diğer köftecilerdeki gibi soya kıyması ya da sebzesi ya da ekmeği bol değil aksine eti bol bir köfte yedim ve gayet doyurucuydu.

                                                              Sebzeli Köfte

   Böyle güzel bir yemeğin üzerine garsonun da önermesi ile birlikte tiremisü söyledim. Garsonun dediğine göre Filizler Köftecisi'nde tiremisü yemeden gitmek olmazmış ki tiremisüm geldiğinde garsonun ne demek istediğini bir kez daha anladım. Tadı mükemmel olmakla birlikte, yemeğin üzerine midenizi yormayan bir özelliğe de sahip.

   Karşı tarafta ( yani ben Avrupa Yakası'nda oturuyorum bana karşı taraf Anadolu Yakası ), caddeden başka yere gitmemiştim. Bu nedenle caddede ki restaurantlardna başka bir yer de bilmiyorum pek fazla ama burası yemek yenebilecek güzel ve ender yerlerden bir tanesi diye düşüniyorum ki karşıda oturanlar bu yazımı okuduğunda eminim bana hak veriyorlardır. Kesinlikle gidilmesi gereken bir yer herkese gönül rahatlığı ile öneriyorum. Şimdiden afiyet olsun :) manzaranın da keyfini çıkarın ..

Bahçeşehir Gölet

  Şehirden uzak, trafikten ve gürültüden uzak sakin bir yere gitmeye ne dersiniz. Evet dediğinizi duyar gibiyim :). Şu zamanlarda İstanbul trafiği herkesi bunaltmış durumda. Şehirdeki makine gürültüleri ya da araba gürültüleri herkesin çok canını sıkmakta. Gelin bugün çok sakin ve manzarası çok güzel bi yere gidelim.
                                                

  Benim sıklıkla gittiğim bi yer olan "Bahçeşehir Gölet" yapay bir göl olmasına rağmen yaz aylarında insana dinginlil veriyor. Ben zamanımın çoğunu Bahçeşehir'de geçiriyorum çünkü arkadaşlarımın çoğu orada oturuyor ve zamanımız olduğunda genellikle buraya inip geziyoruz bol bol yürüğüşler yapıyoruz. Şimdi yol biraz uzak diyebilirsiniz ama gitmeğe ve görmeğe değer bi yer olduğundan emin olabilirsiniz. Aslında burada sırf gölet yok. Göletin etrafında çeşitli restaurantlar da mevcut. Gölet ve Gölbalık bu göletin meşhur restaurantlarından bir kaçı. Çoğu bahçeşehirliler akşam olduğunda buralara gelip göletin akşam ışıklandırmasıyla o güzelim görüntüsüne karşı yemeklerini yiyip muhabbet ediyorlar.


  Gölet, hayvan severlere de hitap ediyor çünkü göletin içinde; kaplumbağlar, ördekler, martılar, balıklar gibi bir çok hayvan çeşidi de bulunmakta. Yaz aylarında bu hayvanlar gölette yüzerken siz sanki başka bir ülkede bir parkdaymışsınız gibi hissediyorsunuz kendinizi.

  Ulaşımı nasıl sağlayabiliceğinizi de anlatayım. Eğer arabanız varsa E6'dan gidebilrisiniz. Eğer yoksa da Mecidiyeköy ve Taksim'den otobüsler mevcu. Benim önerim Mecidiyeköy'den otobüse binmeniz. 45 dakika da gidebilirsiniz :) iyi gezmeler..

Limonlu Bahçe

  Bugün size İstanbul’un gözlerden saklı bir güzelliği olan bir mekanı anlatıcam. Anlatmaya başlamadan önce sizinle bir şey paylaşmak istedim. bugüne kadar yazdığım yerler hep benim keşfettiğim yerlerdi ama bu seferki anlatacağım yere beni bir arkadaşım götürdü ve buranın güzelliğine hayran kaldım diyebilirim. Hele de yazın gitmiştik mis gibi limon kokusu ve atmosferin güzelliği beni çok cezbetti.
                                            Limonlu Bahçe'den bir görüntü ( limon ağaçları )

    İstiklal Caddesi’nden Tophane’ye inerken hemen Fransız Sarayı’nın arkasında yer alan Limonlu Bahçe, şehrin patırtısını çok uzaklara gitmeden unutturacak bir konumda bulunan Limonlu Bahçe, saat 09.00’dan geceyarısına dek servis veriyor. Zamanın ve gündelik hayatın yok olduğu bir atmosfere sahip bahçe, haftasonu ise açık büfe brunch’lara evsahipliği yapıyor.
                                               Arkadaşlarınızla hoş vakit geçirebilirsiniz.

    Dünya mutfağının leziz örneklerini sunan Limonlu Bahçe’de belki de en güzel sürpriz ise çeşit çeşit limonata kokteylleri. Limonlu Bahçe’nin akşam sefası herhalde bu yazın en favori içecekleri olacak. Ev yapımı likörler ve tatlılar ise Limonlu Bahçe’nin diğer keyifli seçenekleri. Kısacası bahçe, damak tadı açısından da tam anlamıyla bir rahatlama bölgesi olarak düşünülebilir.Yeni dizaynı ve kaplumbağaları ile Limonlu Bahçe’ yi ziyaret ettiğinizde, hamakta dinlenme imkanı da bulabilirsirsiniz.

Cafe Krepen

Taksim'de bana göre gidilicek en güzel yerlerden biri. Ben kaç yıldır taksime giderim ama bu yeri keşfedeli daha 5 sene olmuştur. Eskiden girişi daha büyük ve görünürdü şimdi ise kafenin eskiden olduğu girişinin oraya parfümeri açılmış o yüzden de girişi bulmanız biraz zor olabilir. Halep Pasajı'nin tam yanında kalıyor girişi. Giriş küçük fakat yukarı kata çıktığınızda inanamicağınız kadar büyük bir teras karşınıza çıkıyor. Yazları bu terasta, yukarınızdan geçen küçük hortumlar su fışkırtıyor size ve serinliyorsunuz. Eskiden ( hep de buranın eski halinden bahsediyorum ) menüdeki yiyecekler daha ucuzdu ve genellikle herkesin gidebiliceği bir yerdi. Sanırsam çok talep olduğu için müessese menüdeki yiyecekler&içecekler 'e zam yapmış. Ben bunu fark ettiğimde şaşırmıştım. 3 tl'lik bir artış söz konusu çünkü.
                                                            Terasından bir görüntü

Mekandan bu kadar bahsetmişken yemeklerden bahsetmemek olmaz tabikide :) Cafe Krepen'de özellikle önerebiliceğim bir yemek yok fakat et yemekleri beklediğimin üstünde bir tat. Pizzaları ise normal yani ben pek tavsiye etmiyorum. Yazımın  başında Taksim'de gidilebilecek en güzel yer demiştim. evet öyle fakat kalabalıktan uzaklaşmak ve bişiler içip arkadaşlar ile sohbet muhabbet etmek için çok rahat bir mekan. Kendinizi farklı bir yerlerde hissediyorsunuz. Yazın ve bişiler içmek için gitmenizi tavsiye ederim.

27 Kasım 2011 Pazar

NUM NUM :)

    Num Num her bütçeye uygun bir restaurant olmakla benim gönlümü kazanmış yerlerden birisidir. Yemeklerinin enfes oluşuda cabası :) Buraya her gittiğimde porsiyonların doyurucu olması, göze hitap etmesi ve de yemeklerin çok lezzetli olması verdiğim paraya bir kez daha değdiğini bana gösteriyor. Keyifli ortamları ve sunduğu eşsiz lezzetlerle müşterilerine iyi ve lezzetli yemek sunmayı hedefleyen Num Num Maçka, Kanyon, Ümraniye Meydan ve Astoria da var. Ben genellikle Kanyon AVM'deki Num Num 'a gidiyorum. Amerikan/İtalyan mutfaklarının harmanlanması sonucunda oluşturulmuş kapsamlı ve geniş menüsü, hava kabarcığı oluşmaması için elle şekillenen hamburgerler, sandwichler, zengin salatalar, taş fırında kepekli hamur ile yapılan lezzetli pizzalar, akılda kalan tatlılar ve özel çocuk menüsü ile geniş bir kitleye hitap etmektedir.Çocuklar genellikle bu mekana bayılıyorlar çünkü hem menü bakımından hemde ortam bakımından eğlenceli bir yer.




   Bu kadar bilgiden sonra geçelim benim macerema. Arkadaşlarım ve ailemle haftada en az 1 kere gittğim bi yer burası Kanyon Num Num. Yemek menüsü inanılmaz geniş. Ben 3-4 yıldan fazladır gidiyorum ve hala yemediğim yemekler tatmadığım tatlar var. Başlangıç olarak şiddetle Onion Strings' i öneriyorum. Bu bizim Burger King de ya da Mc Donalds da yediğimiz soğan halkaları tabusunu yıkarak soğan halkasına yeni bir boyut getiriyor. Normalde oralarda yediklerimizin içinde soğandan başka herşey var. Sadece dışı hamur olan ve içinde soğanın gözükmediği bir soğan halkası ordakiler fakat Num Num 'daki soğan halkaları gerçekten soğan halkası. İçinde gözükür derecede soğan mevcut. Dışı hamursuz o yüzden kalori hesabı yapanlar için çok uygun. Ben genellikle onion strings'in üstüne limon sıkarak yiyiyorum. Bu yemeğe ayrı bir tat katıyor. Başlangıçlardan devam etmek gerekirse;Minestrone Toscana çorbası da ayrı bir güzel.



   Ana yemek için 5 farklı seçeneğiniz var. Salata ile doymak isteyenler, Burger ile doymak isteyenler, Sandviçler, Makarnalar ve Pizza ile doymak isteyenler. Bir de bunların yanı sıra "Ana Yemekler" adı altında etler,tavuklar,balıklar ve domuz etleri mevcut. Ben size her başlık altından bir yemek önericem. İlk olarak Salata ile doymak isterseniz size; Tavuklu Sezar Salata'yı ve Egeli'yi öneriyorum. Doğruyu söylemek gerekirse benim şu zamana kadar yediğim en güzel ve sosu en lezzetli Sezar Salatası burda yapılıyor. Eğer benim gibi bir Sezar Salata sevenlerdenseniz kesinlikle burda bu salatayı yemenizi öneriyorum. Egeli'de benim favorilerim arasında. Sosu ve kendinden güzel Ege yeşillikleri ve otlu peyniri ile çok değişik bir tat. Burger ile doymak isterseniz eğer size Cheddar Cheeseburger'ı öneriyorum. Zaten Num Num 'ın en çok satan ve en beğenilen hamburgeri bu.  Sandviçleri ben pek tercih etmiyorum ama geçen gün Izgara Köfte sandviçi yemiştim. Pek hoşuma gitmesede tek yediğim bu olduğu için sizi kötü yönlendirmek istemiyorum. Bana görede oraya gitmişken daha farklı tatlar varken sandviç yemeyin. Makarnalara geldi sıra :) Makarnalardan tabikide hiç kuşkusuz çoğu insanın severek yediği Penne Arrabiatta. Acılığı ve sosu tam kıvamında bir makarna lezzeti bu yemek. Acı sevmeyenlere önereceğim ise; Pesto Ravioli. Bu makarna kremalı olduğu için beni biraz rahatsız ediyor. Belkide çok aç gittiğimden ve hızlı yediğimden olsa gerek. Ama yinede midesi rahatsız olan kremasını biraz az koydurtabilir. Gelelim Pizzalara. Pizza ile doymak isteyenler benim favorim tabikide Sezar ile ilişkili bir pizza, Tavuklu Sezar Pizza. Demin salatalarda bahsettiğim Tavuklu Sezar Salata'nın bu pizza versiyonu. Pizzanın üstünde sezar salata ve tavuk parçaları tabikide permasan peyniri ile birlikte. Aslında pizza ve salata arasında kararsız kalanlar için düşünülmüş çok iyi bir yemek. İkisi bir arada :) Başka bir pizza ise Domates Soslu Mozarella Pizza. Bu pizza çok hafif oluşuyla insanı çok rahatsız etmiyor. Ana yemek başlığına geçersek de tavuk sevenler için Tavuk Shinitzel güzel bir seçenek. Yanında ki patates salatası ayrı bir güzel shinitzel ayrı bir güzel. Sebze ve tavuk sevenler için de Chicken Brochette öneriyorum. Bol sebzeli bir yemek bu. Ben pek sebze sevmediğimden bu yemeği pek tercih etmiyorum. Et sevenler için Yoğurtlu Kebab'ı öneriyorum. Bu yemek bizim mutfağımızdaki İskender kebaba benziyor.

   Bu kadar yemek anlatımından sonra gitmeniz gereken bir yer. Bütçenize uygun bir yer. Afiyet olsun :)

İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011

   İki hafta önce gittiğim İstanbul Bienal'i beni çok şaşırttı. En başta bu sergi Tophane'de ki İstanbul Modern'de dergileniyor.Bu binaların mimari tasarımını Ryue Nishizawa 'ya ait. Binaların tasarımı post modern bir hava veriyor insana.Yarım kalmış inşaatlar gibi sanki. Bienal'in ana sponsoru Koç Holding.  Bienal beş karma sergi ve 50’den fazla kişisel sunumdan oluşuyor ve tüm bu sergiler bir mekanın iki farklı binasında, Antrepo 3 ve 5’te yer alıyor. Tema başlıkları, İsimsiz (Soyutlama), “İsimsiz” (Ross), “İsimsiz” (Pasaport), İsimsiz (Tarih) ve “İsimsiz” (Ateşli Silahla Ölüm). Ziyaretçiler sunulan sanat eserleri karşısında sadece sessiz birer alıcıdan ziyade aktif okuyucular olmaya teşvik ediliyor.





   Bienal, bütün üniversite öğrencilerine ücretsiz gezme imkanı sunmuş. Bende ücretsiz gezenlerden birisiyim. İlk başta, Antrepoya girdiğinizde kendinizi et kesimhanesine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Kapılarda plastik uzun şeritler var. Kapıda, masada duran görevliler sizin bienal biletinize bakıp sizi içeri alıyorlar. İçeriye ilk girdiğimde çok şaşırdım açıkçası. Ben daha somut bir sergi beklerken, bu sergi bana çok soyut geldi. Sanat eserlerinin anlamları göründüklerinin çok dışında bir anlam taşıyordu. Mesela; duvarda bir rafta üst tarafta yatay biçimde bir kum saati duruyor. Ben bunun açıklamasını okumadan önce ne olduğunu pek anlayamadım. Kendi kendime niye bu burda asılı gibi sorular bile sordum hatta. Meğer bu sanatsal çalışmanın anlamı "zamanı askıya almak"mış. Antrepo 3 de ilgimi çeken bir başka bölüm ise ateili silahla ölüm bölümü. Burada, büyük her çeşit kuşunu görmek mümkün. Ya da kurşun bir insanın kafasına girdiğinde bunun nasıl bir delik bıraktığını görmek mümkün. Bu biraz ürkütücü gelsede belki de benim en sevdiğim ve anladığım bölüm bu bölümdü sergide. Serginin bir güzel tarafı ise; her konuyla ilgili sanatsal kısa filimler ya da slaytlar olması. İsteyen bu minik odalarda filmlerin gösterimini oturup izleyebiliyorlar ve bu konuyla ilgili daha da donanımlı oluyorlar.



                                                      Kris Martin
                                                      1972'de Belçika, Kontrijk'te doğdu
                                                       Belçika, Ghent'te yaşıyor
   Gelelim Antrepo 5 'e. Buranın belkide en güzel bölümü tabikide "İsimsiz (Passaport)". Ben en çok burada ki eserleri beğendim. Belkide insanlığı en iyi anlatan bölüm olduğu içindir. İnsanların vize uğraşları, kıtalar ve ülkeler arası sınırlar ve bunun gibi birçok konuyu ve sorunu ele alan bir bölüm. Kutluğ Ataman'ın "Su" başlıklı video yerleştirmesi, ıslah edilmeyene, yabani olan insanelini dayatıyor. İstanbul Boğazı'nın hareket halindeki güzel suları güneşin ışıltısıyla parlıyor. Benim bu eser çok ilgimi çekti neden mi? Dolaşırken bir rehber ile dolaşmadım. Ama bu bölüme geldiğimde bir grup öğrenciye sergi rehberi bu eseri anlatıyordu ki bende kulak misafiri oldum. Eser, bir video aslında ama o video o kadar çok şey anlatıyor ki ben bile şaşırdım. İnsan ilk baktığında ya bu adam neden bu suları çekmişte koymuş der ama bu eserin gerçek anlamını öğrendiğimde ben bile çok etkilendim. Su ya da deniz, boğaz normalde bizim göremediğimiz kadar saf bir güzellik. Biz bu boğazları bir sınır ya da güç olarak algılıyoruz ki zaten ülkeler arası bu boğazlar ya da denizler bir sınır ya da bir altın değerinde. Hep bu politik ve siyasal yönden baktığımız içinde gerçek güzelliğini göremiyoruz. Bu açıklama beni çok etkiledi mesela. Bir su videosunun bazen ne kadar anlamlı olduğunu öğrendim o gün.



                                                    Kutluğ Ataman "SU"

    Sergide daha bir çok eser var. Anlatmaya zaman yetmez tabikide. Böyle sergilerin ülkemizde olması bulunmaz bir şans herkes için. Ben çok beğendim gezerken ve bir çok şey öğrendim.

20 Kasım 2011 Pazar

Mantının Kıtırı





Mantı severlerin buluşma noktası olarak bilinen Bodrum Mantı'yı anlatacağım bugün size. Bodrum mantı ilk şubesini Bodrum da açmıştır. Sonraları çok tutulduğu için İstanbul' a da şubelerini açmıştır. Ben genellikle Arnavutköy'de ki şubesine giderim. Bodrum Mantı'nin adından da anlaşıldığı üzere mantısı meşhurdur. En meşhur mantısı "Feriye Mantı"dır. Bu mantı bildiğimiz mantılar gibi değil de fırınlanmış kıtır mantıdır. Cips gibi de yenebilir çünkü mantının suyu yok. Ben bu mantıya bayılıyorum ama normal mantısını o kadar sevemedim hiç. Feriye Mantıyı isterseniz yoğurt ile yiyebilirsiniz. Yoğurt eklenince biraz daha sulu oluyor böylece mantı biraz yumuşuyor.
Feriye Mantı


Buranın bi önemli yemeği de Çökertmedir. Bu yemeğin çok seveni var benim etrafımda da. Bu yemek çok ince dilim patateslerin üzerine, döner yaprakları ve de salçalı yoğurt konuyor. Tadı mükemmel. Et sevenler için çok iyi bir tat. Tabi ki de ikisini bir arada yemeniz pek mümkün değil çünkü porsiyonlar doyurucu. Aslında her defasında gittiğinizde farklı tatlar denemeniz sizin açınızdan ve tadamak tadınızın gelişmesi açısından çok iyi bir yöntem. Gelelim hizmete. Hizmet çok hızlı ve de garsonlar güler yüzlü. Garsonların ve müessesenin o sıcaklığını hissediyorsunuz yemek yerken ve yemekten sonra. Bodrum Mantı'nın en sevdiğim yönü belkide herkesin ilgisini çeken bişidir bu; yemekten sonra çay ve tatlının ikram olması. İlk başta ilk gidenler tatlı ve çayın ücretsiz olduğunu bilmiyorlar tabikide. Garson size sormadan tatlı getirdiğinde doğal olarak "ben tatlı istememiştim ama" diyebiliyorsunuz. Garson da size çok kibar bi şekilde " İkramımızdır" diyor. Tatlının adı çok enteresan; Kağıt Bebek. Bu tatlı mayhoş tadı ile sizi yerken baymıyor. Kağıt helvanın ikiye kesilip içine dondurma konup üstüne de vişne sosu ve vişne konularak yapılan bi tatlıdır. Tadının ağır olmaması, yemekten sonra sizi rahatsız etmiyor bu da çok iyi bir düşünce aslında. Bir güzel yanı ise bu ikram insanların bi daha gelme isteğini arttırıyor. Giden insanlar buraya karşı bir sıcaklık hissediyorlar. Arnavutköy de mantı sevenlerin buluşacağı bir yer diyebilirim ben. Bodrum Mantı'ya herkesin bir kere de olsun gitmesini tavsiye ediyorum :) Afiyet olsun..

13 Kasım 2011 Pazar

Yüzlerce Balık Gördüm

    Dün bir değişikliş yapıp Florya'da ki Akvaryum'a gittim. İçeri bilet almaya girdiğimde fazlaca bir kalabalık gördüm. Cumartesi olmasından dolayı bu kadar kalabalıktı heralde. Çocuk büyük yaşlı demeden herkes yeni açılan Akvaryum'u görmeye gelmiş. Bilet fiyatlarına gelirsek. Öğrenci 22 TL. İlk başta pahalı geliyor tabi insana çünkü içerde ne görüceğinizi ya da ne olduğunu bilmedne 22 TL vermek bir garibinize gidiyor.
    Bileti aldıktan ve içeri girdikten sonra sizin yeşil bir fon önünde resminizi çekiyorlar. Baya eğlenceli bişi aslında :). İçeri girdiğinizde sizi ilk İstanbul Boğaz'ı karşılıyor. Adeta İstanbul Boğazı'nin maketini yapmışlar ve boğazdaki bütün balıklar mevcur akvaryumda. Vatoz, lüfer ve daha bir çok balığı koymuşlar. Vatozlar çok cana yakın davranıyorlar. Bizi gördüklerinde hemen su yüzüne çıkıp kendilerini elletmek istiyorlar. Yolculuğumuz ilerledikçe önümüze Çanakkale Boğaz'ı çıkıyor. Burada ise Truva Atı'nı ve antik heykelleri koymuşlar. Her boğaz hakkında duvarlarda kısa kısa bilgiler mevcut. Hangi balıklar olduğu, o yerin tarihini ve daha bir çok özel şeyleri hakkında bilgi veriyor. Bu yönden çok bilgilendirici ve tatmin edici Akvaryum Florya. Sonra sırasıyla; Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, Cebeli Tarık Boğazılarını gezintiye çıkıyorsunuz. Her yer için özel mekan tasarımları ve özel camlı akvaryumlar yapılmış. Mesela akvaryumun camları inanılmaz. Öyle bir görsel hile var ki sanki elinizi içine sokuyormuşsunuz gibi oluyor. Camların bombeli ya da kavisli gelmesi adeta bir göz yanılmasına neden oluyor. Yolun sonunda sizi sigara içmek için bir balkon karşılıyor. Buranın manzarası inanılmaz. Ben böyle bir manzarayı ancak ve ancak filimlerde görürdüm. Florya'nın o inanılmaz sahiline bakan, mükemmel bir güneş batımı izleyebiliceğiniz ve de ufuktan gelen uçakların denize karşı manzarasını izleyebiliceğiniz nefes kesen bir manzara bu. Ben bi 10 dakika bakakaldım bu nefes kesen manzaraya.
    Boğazlardaki yolculuğumuz bittiğinde; yer altı mağraları geliyor. Mekan tasarımı inanılmaz. Kendinizi sanki gerçek bir yer altı mağrasındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Sarkıtlar, dikitler ve mağaraların içinden geçiyorsunuz. Balıklar çok değişik ve çok çeşitliler. Benim burada ilgimi çeken 4 metre boyundaki yılan balığı gibi bir balık oldu. Ayaklarınızın altında ve kafanızın üstünden akvaryumlar geçiyor. Sanki denizin dibindesiniz. Mağara bittikten sonra akvaryum sizi Antartika Buzullarına götürüyor. Tabikide mekan buzullarla kaplanmış bir şekilde. Ve bu yerin en ilginç yanı İstanbul'un tek buz dağının orada olması. Antartikadan getirmişler o buz dağını. Zaten şimdiye kadar saydığım bütün boğazlar ya da yer altı mağraları gerçekten o yerlerin suları ile doldurulmuş akvaryumlar. Yani Ege Denizi'ndeki balıkların olduğu akvaryumdasınız. O akvaryum o denizin suyuyla doldurulmuş ve de ısısı o denizin yıllık sıcaklık ortalamalarına göre ısıtılıp soğutuluyormuş. Benim bu durum çok hoşuma gitti mesela.


    Antartika'dan çıktığınızda akvaryum sizi bir deniz altına götürüyor. Batık gemiler, mayınları akvaryumların içine koymuşlar. Aynı deniz altındaymış gibi camlardan bakıyorsunuz. Buranın da bir ilginç yanı; derinliğe göre balıkları ayırmışlar. Mesela 250 metre derinliğinde hangi balıklar yaşar ya da 350 - 400 metrede ne tür balıklar yaşar diye bir ayrım yapmışlar. Biraz daha ileride yemek yemek için bir mola yeri geliyor.Çocukların pamuk şeker ya da çikolata alabiliceği yerler var. Tam da bunların yanında minik bir akvaryum var. İçinde rengarenk mercanlar ve yengeçler bulunuyor. Bu yengeçler zararsız olduğundan görevli kadın dokunmaya izin veriyor. Yolculuğa devam ettiğimizde bizim dev boyuttaki akvaryumları izleyebilmemiz için koltukların bulunduğu yere geliyoruz. Burada köpek balıklarının yüzüşlerini izleyebilirsiniz.
    Yolculuğumuzun sonu Amazon Ormanları ile bitiyor. Asıl problem ve benim hiç beğenmediğim yanı işte burası. İlk girdiğinizde adeta bir nemin içine giriyorsunuz. Mekan düzenlemesi ve materyaller sizi amazon ormanındaymışsınız gibi bir izlenime sokuyor. İçeride nefes almak çok zor çünkü aşırı bir nem var. Çok sıcak ve kasvetli bir ortam. Suni bir şekilde içeride minik damlalar halinde yağmur yağıyor. Burada piranaları görebiliyorsunuz. Bu akvaryumun camı çok yüksek heralde içine ellerini sokabiliceklerini düşünmüşler insanların. Balıkların yanı sıra burada camekanlar içinde amazon ormanlarına özel birkilerde bulunuyor. Bu kadar güzel yanını anlattıktan sonra esas kötü yanını anlatmak istiyorum. Dışarıda hava buz gibi malum sonbahar-kış aylarındayız. Amazon Ormanı yerinde çok nem olduğundan inanılmaz terliyorsunuz. Ve o terlede buz gibi havaya çıkmak zorundasınız. Ben çıkarken bir kaç anne baba bu konudan sitem ediyorlardı ki bence çok haklılar. Küçük çocukların çok kolay hasta olabiliceği bir ortam yaratmışlar bu Amazon Ormanı'nı en sona koyarak. Keşke ilk başlara ya da ortalara bir yerlere koysalarmış da minik ziyaretçilerin hasta olmalarını engelleselermiş.
    Gezimizin sonunda sizi hedyelik eşyaların bulunduğu bir yer bekliyor. Hediyelik eşyalar çok şeker ama bir o kadar da pahalı. Gezimiz burada sona eriyor. Ben balık ve değişik yerler görmek isteyenlerin gitmesini mutlaka tavsşye ediyorum. Çok değişik temalar ve yüzlerce balığı bir arada görebiliceğiniz bence tek yer burası :) herkese şimdiden iyi eğlenceler .

31 Ekim 2011 Pazartesi

Pilav - Tavuk Arabaları

Seyyar Pilav Arabası
     Bugün bir değişiklik yapıp sizi farklı bir yemek kültürü ile tanıştırıcam. Bugün anlatacağım bir restaurant ya da çok lüks ve pahalı bir yemek değil aksine Türk kültüründe belkide en sevilen yemeklerden biri "tavuk-pilav-nohut" üçlüsüne göz atacağız. Maslak civarlarında bir ödevim vardı. Maslak a gitmişken oranın en meşhur yemeğinden yememek olmaz dedim ve maslağın bitimindeki, köprü altındaki seyyar pilav arabasına doğru yöneldim. İnanılmaz bir sıra vardı. Aslında en çok dikkat ettiğim nokta; her meslekten insana hitap etmesiydi. Plazada çalışan kişilerden tutun sanayide çalışan kişiler, taksi şöförleri, öğrenciler vardı. Yemek güzel olup keseye de uyunca herkesin yiyebiliceği bir yemek haline gelmiş orda nohut,pilav ve tavuk üçlüsü. Sırada beklerken,bembeyaz tane tane pilav, üstüne kalınca bir kat nohut, üstüne yine pilav…en üstte didiklenmiş tavuk parçaları enfes bir görsel şölen oluşturuyor sırada bekleyenlere. İnsan bunları gördükçe daha da acıkıyor adeta. yanında sevenler için acı biber ve ketçap da bulunuyor. Ben pek bu ikisini tercih etmesemde çoğunlukla erkekler bu ikisini çok tercih ediyor.



         İlk başta "ıyyk burdan pilav mı yenir" demiştim kendi kendime ama zaman ilerledikçe pilavın kokusu daha da yayıldıkça bu söylediğimden vaz geçiyordum. Sonunda pilavımı ve yanında olmazsa olmazı ayranımı almıştım. Oturacak yer olmadığından, seyyar pilav arabasının sahibi yerlere küçük minderler atmıştı. Bende ayranımı yanıma alıp onlardan bir tanesine oturdum ve yemeğimi yemeğe başladım.İlk başta bu kadar fazla pilavı yiyemem desem de 5 dakika sonra tepeleme pilavdan eser kalmadı :) Asıl benim dikkatimi çeken bi olayda; pilav arabasının sahibi ustanın kulağında bluetooth kulaklık olması ve dışardan paket servisleri bu yöntemle sipariş alması. Bana bu çok ilginç geldi açıkçası sanki bi kültür çatışması  var gibi. Baktığımızda; seyyar pilav-tavuk arabaları çok eskiye dayanıyor. E haliyle insanlarda bu tarz şeyleri hala çok ilkel buluyor(ki bende öyle bulmuştum ilk başta bu kulaklığı görene kadar). Bu yüzden de bana çok enteresan geldi. Pilav-tavuk arabaları bile çağa ayak uydurmakta hiç gecikmemiş. Pilavcı arabası çok kalabalık olduğundan bi de ustanın yanında yardımcısı var. Aslında herşeyi bu yardımcı ayarlıyor. Paket servisleride müşterilere motor ile götürüyor. 
    Bir yemek olarak pilav-nohut-tavuk kültürü üst tabakanın pek bilmediği bir şey olsada bence her İstanbullunun hayatında bir kere yemesi gereken bir yemek. Fakir işi gibi gelebilir bazı insanlara ama emin olun tat konusunda mükemmel. Pahalı restaurantlarda yediklerinizi 10a katlar hatta diyebilirim :) bu kadar size yemeği anlattım e fiyatı ne kadar tuttu diyebilirsiniz. Çok şaşırıcaksınız ama pilav 2,5 TL , ayran 1 TL. Toplamda 3,5 TLye karnımı doyurmuş oldum :) Çok ucuz aslında diğer restaurantlara kıyasla. Yazımı bitirirken bir şey belirtmek istiyorum. Akşam internete girdim ve küçük bir araştırma yaptım. Avrupa Birliği bu seyyar pilavcılara karşıymış. Ben bunu öğrenince biraz üzüldüm açıkçası. Çünkü hem seyyar araba sahipleri işsiz kalıcak hem de bu lezzeti bu fiyata yiyenler bu arabalar kalktığında ne yapacak? İşte en can alıcı sorun bu bence.. Neyse eğer bir gün bir seyyar pilav-nohut-tavuk arabası görürseniz bir İstanbullu olarak mutlaka bir kere tadın :) Afiyet olsun

30 Ekim 2011 Pazar

Japon Mutfağı Sevenler Buraya :)

chicken katsu curry

Japon Mutfağını sevmeme ön ayak olan bir restaurant hakkında konuşucam bugün. Kanyon AVM de ki en sık gittiğim, Japon Mutfağı temalı "Wagamama" belkide bu mutfağın en iyi temsilcilerinden. Kendilerine noodle uzmanı diyorlar. Aslında bu konuda pek de haksız sayılmazlar. Noodle yediğim ender yerlerden bi yer. Herhangi bi restaurantta bir noodle yediyseniz emin olun burdaki yiyeceğinizle arasında çok büyük fark var :). Yazımın başında şunu da belirtmek istiyorum. Menüsü çok zengin ve abartılıcak kadar da pahalı değil. 2 kişi gittiğinizde 60-70 TL ye çıkabilirsiniz. Kanyon Wagamamadan içeri girdiğinizle sizi güler yüzlü elemanlar karışılıyor ilk başta. Nereye oturucağınızı söylüyorlar. İster açık terasına, isterseniz de kapalı tek sıra halinde dizilmiş tam bir japon masasını andıran masalara oturabilirsimiz. Menüyü elinize aldığınızda, size inanılmaz bir garson yardımı geliyor. Her yiyeceği sorabiliyorsunuz çekinmeden ve garsonlar da bıkmadan her şeyi anlatıyorlar yemek hakkında. Tabi bu ilk gidenler için çok iyi bir şey. Çünkü insan farklı bir ülkenin mutfağının temsil edildiği bir restauranta gittiğinde kendini hiç alışkın olmadığı bir menünün, bir yemek karmaşasının içinde buluveriyor :) Benim ilk gidenlere tavsiyem "chicken ramen". Bu yemek tavuk sulu ramen noodle içinde marine edilmiş tavuk göğsü dilimleri, mevsim yeşillikleri olan kase içinde yenen bir yemek. Ama benim favori yemeğim " chicken katsu curry". Ben her gittiğimde mutlaka bundan yerim. Beni en çok etkileyen yemek budur Wagamama da. İçinde; panko ekmekleri ile panelenip kızartılmış tavuk filetolar var. Köri sosu ve japon pilavı var(bu pilavda açıkcası ne yağ ne tuz var. Pek Türk damak tadına uymasada denenmesi gereken bir pilav bence). Bunların yanı sıra çok değişik, pek alışkın olmadığımız akdeniz yeşillikleri üstüne enteresan bi sos ile japon turşusu dedikleri bi sos var. Sosun çok ağır kokan bi aroması var. Benim hoşuma gidiyor fakat bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Ana yemeklerden önerebiliceğim lezzetler bunlar.Ortaya yine tavuklu bir yemek olucak aslında ama söylemeden geçemeyeceğim. " Tori kara age" bu yemek; soya sosu, kekik ve zencefil ile marine edilip yaşda kızarmıs tavuk budu parçalarından oluşuyor. Sosunda; baharatlı sarımsaklı soya sos var. Üstüne japonlara özel minik limonlardan sıkınca tadı enfes oluyor. Bu kadar yemeğin üstüne tabikide bir tatlı çok iyi gider diyip bir de tatlı menüsüne göz atmayı unutmayın. Tatlı menüsü pek genis değil. Hep aynı tatlılar var gibi geliyor insana ki bence öyle. Tatlılardan şunu yemeden gitmeyin diyebiliceğim bi lezzet yok açıkçası ama ben "sıcak çıkolatalı kek" tatlısını denemiştim. Kekin içinde akışkan çikolata var tek özelliği o bence. Hatta ben yerken dilimi yakmıştım :) aman dikkat yerseniz eğer içindeki çikolata çok sıcak dikkat edin derim ben. Yazımı bitirmeden önce bi konuya değinmek istiyorum. İlk gittiğinizde garsonların ilgilinde çok memnun kalıyorsunuz. Ama çok sık gittiğinizde aşırı ilgi sizi bunaltabilir. 5 Dakika da bir yemek nasıl beğendiniz mi gibi sorulara mağruz kalıyorsunuz. Hatta bi gün başıma gelen bir şeyi paylaşmak istiyorum sizinle. Yemeğimiz bitmis hesabı istemiştik. Bir garson hesabın altına cep numarasını yazmış. Ben çok rahatsız olmuştum bundan.  Bu gibi olaylar müşterileri buradan soğutmak adına yapılıcak bir şey. Olumsuzluklar haricinde, Japon Mutfağını merak edenler için gidilebilicek güzel bir yer Kanyon Wagamama.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kendi Karışımını Kendin Yarat

Gitmekten çok keyif aldığım, yedikçe yiyesimin geldiği İstinye Park AVM de ki Go Mongo restaurantından bahsedicem bugün size. Go Mongo adından pekı anlaşılmasa da bir Moğol restaurantı. Hiç Moğol mutfağından tatmamış olanlar " ıyyk Moğol mutfağıda ne" diyebilir. Fakat herkesin gitmesini şiddetle tavsiye ettiğim bi yer. Restauranttan ilk içeri girdiğinizde çok sıcak bir karşılama ile karşılanıyorsunuz. Bu zaten yemek yeme isteğinizi arttırıyor ilk başta. İçeri doğru ilerlediğinizde, farklı konsepti ile sizi adeta büyülüyor mekan. Yöresel dizaynı zaten sanki gerçekten bir Moğol restaurantında yerinde yemiş gibi hissettiriyor size. İçeride ve dışarıda terası olmak üzere mekan ikiye ayrılıyor. Eğer sigara içmek ve bu aylarda donmak istiyorsanız terası öneriyorum :) neyse geçelim menüye. Menü bi kere çok zengin. Bir sürü yemek arasından ne seçeceğinize karar veremiyorsunuz. Başlangıç olarak, kadayıfa sarılı jumbo karides güzel gidebilir. Aman dikkat porsiyonlar baya büyük :) eğer sırf başlangıç ile doymak istemiyorsanız ben pek başlangıç söylemenizi tercih etmiyorum. Direk ana yemek olan "Mongolian Barbeque" denilen o mükemmel yemeğe geçmenizi öneririm. Mongolian Barbeque adından da anlaşıldığı üzere bir Moğol tadı. İlk başta bu yemeği söyledik elimize kase ve bir minik bayrak tutuşturdular diyosunuz. Bi afallama oluyor orda. Hiç utanmayın başta bende napıcağımı bilememiştim :)
Kasenizi ve minik bayrağınızı alıp girişteki "dondurulmuş" gıda bölümüne geçiyorsunuz. Hala şaşkınlık içindesiniz tabi doğal olarak çünkü herşey donmuş bir vaziyette. Neyse gelelim içine koyucaklarınıza. Gerçekten çok zengin çeşitli bir açık büfe. Ne ararsanız var. Kuzu eti,dana eti, hindi eti, balık, karides, tavuk.. gelelim sebze bölümüne: mısırların her çeşidi, biberler, soğan, brokoli, bürüksel lahanası, havuç, patates,kabak.. hani şuan sayamayacağım kadar sebze. Herşeyi kafanıza göre koyduktan sonra güler yüzlü görevli arkadaşlar size "Hangi sosu istersiniz?" diye bir soru yöneltiyor. İlk denemenizde yardım almanız daha iyi tabi :) yoksa hangi sos nasıl neye gider bilemiyorsunuz. Eriştenizin üstüne sosları ve baharatları döktükten sonra o elinizdeki o verdikleri minik bayrağı (üstünde adınız yazılı) doldurduğunuz kasenin üzerine saplıyosunuz. Yuppi artık yemek hazır :) şimdi gelelim benım favorime. Ben kasemin içine; tavuk eti ve dana eti koyuyorum. Sebze olarak; soğan, yeşil soğan, kırmızı ve yeşil biber, mısır(tane ve minik olanlardan), birazcık patates ve kabak koyuyorum. Sos olarak da tatlı-ekşi, krema ve soya sosunı tavsiye ederim. Baharatlar içinde fesleğen ve zencefil önerebiliceğim baharatlardan. Herşey bittikten sonra garson önünüze kocaman bir tabak dolusu erişte (noddle) getiriyor. Bi bakmışsınız 5 dakika önce seçtiğiniz yiyecekler pişmiş halde önünüzde. Yazarken bile canımın çekmesini sağlayan bu yemeği herkese tavsiye ediyorum.

Gelelim yemeğin en tatlı kısmına. Tatlı bölümünden şiddetle tavsiye edebiliceğim tek tatlı "Mangolu Suffle". bu yemeğin ardından yenebilicek ender güzel tatlılardan. Tadı çok hafif kesinlikle insanın içini baymıyor.Uzun lafın kısası "kendi karışımını kendin yarat" konsepti ile beğeni toplayan bi yer. Herkese tavsiye ederim. Şimdiden herkese afiyet olsun :)