27 Kasım 2011 Pazar

NUM NUM :)

    Num Num her bütçeye uygun bir restaurant olmakla benim gönlümü kazanmış yerlerden birisidir. Yemeklerinin enfes oluşuda cabası :) Buraya her gittiğimde porsiyonların doyurucu olması, göze hitap etmesi ve de yemeklerin çok lezzetli olması verdiğim paraya bir kez daha değdiğini bana gösteriyor. Keyifli ortamları ve sunduğu eşsiz lezzetlerle müşterilerine iyi ve lezzetli yemek sunmayı hedefleyen Num Num Maçka, Kanyon, Ümraniye Meydan ve Astoria da var. Ben genellikle Kanyon AVM'deki Num Num 'a gidiyorum. Amerikan/İtalyan mutfaklarının harmanlanması sonucunda oluşturulmuş kapsamlı ve geniş menüsü, hava kabarcığı oluşmaması için elle şekillenen hamburgerler, sandwichler, zengin salatalar, taş fırında kepekli hamur ile yapılan lezzetli pizzalar, akılda kalan tatlılar ve özel çocuk menüsü ile geniş bir kitleye hitap etmektedir.Çocuklar genellikle bu mekana bayılıyorlar çünkü hem menü bakımından hemde ortam bakımından eğlenceli bir yer.




   Bu kadar bilgiden sonra geçelim benim macerema. Arkadaşlarım ve ailemle haftada en az 1 kere gittğim bi yer burası Kanyon Num Num. Yemek menüsü inanılmaz geniş. Ben 3-4 yıldan fazladır gidiyorum ve hala yemediğim yemekler tatmadığım tatlar var. Başlangıç olarak şiddetle Onion Strings' i öneriyorum. Bu bizim Burger King de ya da Mc Donalds da yediğimiz soğan halkaları tabusunu yıkarak soğan halkasına yeni bir boyut getiriyor. Normalde oralarda yediklerimizin içinde soğandan başka herşey var. Sadece dışı hamur olan ve içinde soğanın gözükmediği bir soğan halkası ordakiler fakat Num Num 'daki soğan halkaları gerçekten soğan halkası. İçinde gözükür derecede soğan mevcut. Dışı hamursuz o yüzden kalori hesabı yapanlar için çok uygun. Ben genellikle onion strings'in üstüne limon sıkarak yiyiyorum. Bu yemeğe ayrı bir tat katıyor. Başlangıçlardan devam etmek gerekirse;Minestrone Toscana çorbası da ayrı bir güzel.



   Ana yemek için 5 farklı seçeneğiniz var. Salata ile doymak isteyenler, Burger ile doymak isteyenler, Sandviçler, Makarnalar ve Pizza ile doymak isteyenler. Bir de bunların yanı sıra "Ana Yemekler" adı altında etler,tavuklar,balıklar ve domuz etleri mevcut. Ben size her başlık altından bir yemek önericem. İlk olarak Salata ile doymak isterseniz size; Tavuklu Sezar Salata'yı ve Egeli'yi öneriyorum. Doğruyu söylemek gerekirse benim şu zamana kadar yediğim en güzel ve sosu en lezzetli Sezar Salatası burda yapılıyor. Eğer benim gibi bir Sezar Salata sevenlerdenseniz kesinlikle burda bu salatayı yemenizi öneriyorum. Egeli'de benim favorilerim arasında. Sosu ve kendinden güzel Ege yeşillikleri ve otlu peyniri ile çok değişik bir tat. Burger ile doymak isterseniz eğer size Cheddar Cheeseburger'ı öneriyorum. Zaten Num Num 'ın en çok satan ve en beğenilen hamburgeri bu.  Sandviçleri ben pek tercih etmiyorum ama geçen gün Izgara Köfte sandviçi yemiştim. Pek hoşuma gitmesede tek yediğim bu olduğu için sizi kötü yönlendirmek istemiyorum. Bana görede oraya gitmişken daha farklı tatlar varken sandviç yemeyin. Makarnalara geldi sıra :) Makarnalardan tabikide hiç kuşkusuz çoğu insanın severek yediği Penne Arrabiatta. Acılığı ve sosu tam kıvamında bir makarna lezzeti bu yemek. Acı sevmeyenlere önereceğim ise; Pesto Ravioli. Bu makarna kremalı olduğu için beni biraz rahatsız ediyor. Belkide çok aç gittiğimden ve hızlı yediğimden olsa gerek. Ama yinede midesi rahatsız olan kremasını biraz az koydurtabilir. Gelelim Pizzalara. Pizza ile doymak isteyenler benim favorim tabikide Sezar ile ilişkili bir pizza, Tavuklu Sezar Pizza. Demin salatalarda bahsettiğim Tavuklu Sezar Salata'nın bu pizza versiyonu. Pizzanın üstünde sezar salata ve tavuk parçaları tabikide permasan peyniri ile birlikte. Aslında pizza ve salata arasında kararsız kalanlar için düşünülmüş çok iyi bir yemek. İkisi bir arada :) Başka bir pizza ise Domates Soslu Mozarella Pizza. Bu pizza çok hafif oluşuyla insanı çok rahatsız etmiyor. Ana yemek başlığına geçersek de tavuk sevenler için Tavuk Shinitzel güzel bir seçenek. Yanında ki patates salatası ayrı bir güzel shinitzel ayrı bir güzel. Sebze ve tavuk sevenler için de Chicken Brochette öneriyorum. Bol sebzeli bir yemek bu. Ben pek sebze sevmediğimden bu yemeği pek tercih etmiyorum. Et sevenler için Yoğurtlu Kebab'ı öneriyorum. Bu yemek bizim mutfağımızdaki İskender kebaba benziyor.

   Bu kadar yemek anlatımından sonra gitmeniz gereken bir yer. Bütçenize uygun bir yer. Afiyet olsun :)

İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011

   İki hafta önce gittiğim İstanbul Bienal'i beni çok şaşırttı. En başta bu sergi Tophane'de ki İstanbul Modern'de dergileniyor.Bu binaların mimari tasarımını Ryue Nishizawa 'ya ait. Binaların tasarımı post modern bir hava veriyor insana.Yarım kalmış inşaatlar gibi sanki. Bienal'in ana sponsoru Koç Holding.  Bienal beş karma sergi ve 50’den fazla kişisel sunumdan oluşuyor ve tüm bu sergiler bir mekanın iki farklı binasında, Antrepo 3 ve 5’te yer alıyor. Tema başlıkları, İsimsiz (Soyutlama), “İsimsiz” (Ross), “İsimsiz” (Pasaport), İsimsiz (Tarih) ve “İsimsiz” (Ateşli Silahla Ölüm). Ziyaretçiler sunulan sanat eserleri karşısında sadece sessiz birer alıcıdan ziyade aktif okuyucular olmaya teşvik ediliyor.





   Bienal, bütün üniversite öğrencilerine ücretsiz gezme imkanı sunmuş. Bende ücretsiz gezenlerden birisiyim. İlk başta, Antrepoya girdiğinizde kendinizi et kesimhanesine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Kapılarda plastik uzun şeritler var. Kapıda, masada duran görevliler sizin bienal biletinize bakıp sizi içeri alıyorlar. İçeriye ilk girdiğimde çok şaşırdım açıkçası. Ben daha somut bir sergi beklerken, bu sergi bana çok soyut geldi. Sanat eserlerinin anlamları göründüklerinin çok dışında bir anlam taşıyordu. Mesela; duvarda bir rafta üst tarafta yatay biçimde bir kum saati duruyor. Ben bunun açıklamasını okumadan önce ne olduğunu pek anlayamadım. Kendi kendime niye bu burda asılı gibi sorular bile sordum hatta. Meğer bu sanatsal çalışmanın anlamı "zamanı askıya almak"mış. Antrepo 3 de ilgimi çeken bir başka bölüm ise ateili silahla ölüm bölümü. Burada, büyük her çeşit kuşunu görmek mümkün. Ya da kurşun bir insanın kafasına girdiğinde bunun nasıl bir delik bıraktığını görmek mümkün. Bu biraz ürkütücü gelsede belki de benim en sevdiğim ve anladığım bölüm bu bölümdü sergide. Serginin bir güzel tarafı ise; her konuyla ilgili sanatsal kısa filimler ya da slaytlar olması. İsteyen bu minik odalarda filmlerin gösterimini oturup izleyebiliyorlar ve bu konuyla ilgili daha da donanımlı oluyorlar.



                                                      Kris Martin
                                                      1972'de Belçika, Kontrijk'te doğdu
                                                       Belçika, Ghent'te yaşıyor
   Gelelim Antrepo 5 'e. Buranın belkide en güzel bölümü tabikide "İsimsiz (Passaport)". Ben en çok burada ki eserleri beğendim. Belkide insanlığı en iyi anlatan bölüm olduğu içindir. İnsanların vize uğraşları, kıtalar ve ülkeler arası sınırlar ve bunun gibi birçok konuyu ve sorunu ele alan bir bölüm. Kutluğ Ataman'ın "Su" başlıklı video yerleştirmesi, ıslah edilmeyene, yabani olan insanelini dayatıyor. İstanbul Boğazı'nın hareket halindeki güzel suları güneşin ışıltısıyla parlıyor. Benim bu eser çok ilgimi çekti neden mi? Dolaşırken bir rehber ile dolaşmadım. Ama bu bölüme geldiğimde bir grup öğrenciye sergi rehberi bu eseri anlatıyordu ki bende kulak misafiri oldum. Eser, bir video aslında ama o video o kadar çok şey anlatıyor ki ben bile şaşırdım. İnsan ilk baktığında ya bu adam neden bu suları çekmişte koymuş der ama bu eserin gerçek anlamını öğrendiğimde ben bile çok etkilendim. Su ya da deniz, boğaz normalde bizim göremediğimiz kadar saf bir güzellik. Biz bu boğazları bir sınır ya da güç olarak algılıyoruz ki zaten ülkeler arası bu boğazlar ya da denizler bir sınır ya da bir altın değerinde. Hep bu politik ve siyasal yönden baktığımız içinde gerçek güzelliğini göremiyoruz. Bu açıklama beni çok etkiledi mesela. Bir su videosunun bazen ne kadar anlamlı olduğunu öğrendim o gün.



                                                    Kutluğ Ataman "SU"

    Sergide daha bir çok eser var. Anlatmaya zaman yetmez tabikide. Böyle sergilerin ülkemizde olması bulunmaz bir şans herkes için. Ben çok beğendim gezerken ve bir çok şey öğrendim.

20 Kasım 2011 Pazar

Mantının Kıtırı





Mantı severlerin buluşma noktası olarak bilinen Bodrum Mantı'yı anlatacağım bugün size. Bodrum mantı ilk şubesini Bodrum da açmıştır. Sonraları çok tutulduğu için İstanbul' a da şubelerini açmıştır. Ben genellikle Arnavutköy'de ki şubesine giderim. Bodrum Mantı'nin adından da anlaşıldığı üzere mantısı meşhurdur. En meşhur mantısı "Feriye Mantı"dır. Bu mantı bildiğimiz mantılar gibi değil de fırınlanmış kıtır mantıdır. Cips gibi de yenebilir çünkü mantının suyu yok. Ben bu mantıya bayılıyorum ama normal mantısını o kadar sevemedim hiç. Feriye Mantıyı isterseniz yoğurt ile yiyebilirsiniz. Yoğurt eklenince biraz daha sulu oluyor böylece mantı biraz yumuşuyor.
Feriye Mantı


Buranın bi önemli yemeği de Çökertmedir. Bu yemeğin çok seveni var benim etrafımda da. Bu yemek çok ince dilim patateslerin üzerine, döner yaprakları ve de salçalı yoğurt konuyor. Tadı mükemmel. Et sevenler için çok iyi bir tat. Tabi ki de ikisini bir arada yemeniz pek mümkün değil çünkü porsiyonlar doyurucu. Aslında her defasında gittiğinizde farklı tatlar denemeniz sizin açınızdan ve tadamak tadınızın gelişmesi açısından çok iyi bir yöntem. Gelelim hizmete. Hizmet çok hızlı ve de garsonlar güler yüzlü. Garsonların ve müessesenin o sıcaklığını hissediyorsunuz yemek yerken ve yemekten sonra. Bodrum Mantı'nın en sevdiğim yönü belkide herkesin ilgisini çeken bişidir bu; yemekten sonra çay ve tatlının ikram olması. İlk başta ilk gidenler tatlı ve çayın ücretsiz olduğunu bilmiyorlar tabikide. Garson size sormadan tatlı getirdiğinde doğal olarak "ben tatlı istememiştim ama" diyebiliyorsunuz. Garson da size çok kibar bi şekilde " İkramımızdır" diyor. Tatlının adı çok enteresan; Kağıt Bebek. Bu tatlı mayhoş tadı ile sizi yerken baymıyor. Kağıt helvanın ikiye kesilip içine dondurma konup üstüne de vişne sosu ve vişne konularak yapılan bi tatlıdır. Tadının ağır olmaması, yemekten sonra sizi rahatsız etmiyor bu da çok iyi bir düşünce aslında. Bir güzel yanı ise bu ikram insanların bi daha gelme isteğini arttırıyor. Giden insanlar buraya karşı bir sıcaklık hissediyorlar. Arnavutköy de mantı sevenlerin buluşacağı bir yer diyebilirim ben. Bodrum Mantı'ya herkesin bir kere de olsun gitmesini tavsiye ediyorum :) Afiyet olsun..

13 Kasım 2011 Pazar

Yüzlerce Balık Gördüm

    Dün bir değişikliş yapıp Florya'da ki Akvaryum'a gittim. İçeri bilet almaya girdiğimde fazlaca bir kalabalık gördüm. Cumartesi olmasından dolayı bu kadar kalabalıktı heralde. Çocuk büyük yaşlı demeden herkes yeni açılan Akvaryum'u görmeye gelmiş. Bilet fiyatlarına gelirsek. Öğrenci 22 TL. İlk başta pahalı geliyor tabi insana çünkü içerde ne görüceğinizi ya da ne olduğunu bilmedne 22 TL vermek bir garibinize gidiyor.
    Bileti aldıktan ve içeri girdikten sonra sizin yeşil bir fon önünde resminizi çekiyorlar. Baya eğlenceli bişi aslında :). İçeri girdiğinizde sizi ilk İstanbul Boğaz'ı karşılıyor. Adeta İstanbul Boğazı'nin maketini yapmışlar ve boğazdaki bütün balıklar mevcur akvaryumda. Vatoz, lüfer ve daha bir çok balığı koymuşlar. Vatozlar çok cana yakın davranıyorlar. Bizi gördüklerinde hemen su yüzüne çıkıp kendilerini elletmek istiyorlar. Yolculuğumuz ilerledikçe önümüze Çanakkale Boğaz'ı çıkıyor. Burada ise Truva Atı'nı ve antik heykelleri koymuşlar. Her boğaz hakkında duvarlarda kısa kısa bilgiler mevcut. Hangi balıklar olduğu, o yerin tarihini ve daha bir çok özel şeyleri hakkında bilgi veriyor. Bu yönden çok bilgilendirici ve tatmin edici Akvaryum Florya. Sonra sırasıyla; Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, Cebeli Tarık Boğazılarını gezintiye çıkıyorsunuz. Her yer için özel mekan tasarımları ve özel camlı akvaryumlar yapılmış. Mesela akvaryumun camları inanılmaz. Öyle bir görsel hile var ki sanki elinizi içine sokuyormuşsunuz gibi oluyor. Camların bombeli ya da kavisli gelmesi adeta bir göz yanılmasına neden oluyor. Yolun sonunda sizi sigara içmek için bir balkon karşılıyor. Buranın manzarası inanılmaz. Ben böyle bir manzarayı ancak ve ancak filimlerde görürdüm. Florya'nın o inanılmaz sahiline bakan, mükemmel bir güneş batımı izleyebiliceğiniz ve de ufuktan gelen uçakların denize karşı manzarasını izleyebiliceğiniz nefes kesen bir manzara bu. Ben bi 10 dakika bakakaldım bu nefes kesen manzaraya.
    Boğazlardaki yolculuğumuz bittiğinde; yer altı mağraları geliyor. Mekan tasarımı inanılmaz. Kendinizi sanki gerçek bir yer altı mağrasındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Sarkıtlar, dikitler ve mağaraların içinden geçiyorsunuz. Balıklar çok değişik ve çok çeşitliler. Benim burada ilgimi çeken 4 metre boyundaki yılan balığı gibi bir balık oldu. Ayaklarınızın altında ve kafanızın üstünden akvaryumlar geçiyor. Sanki denizin dibindesiniz. Mağara bittikten sonra akvaryum sizi Antartika Buzullarına götürüyor. Tabikide mekan buzullarla kaplanmış bir şekilde. Ve bu yerin en ilginç yanı İstanbul'un tek buz dağının orada olması. Antartikadan getirmişler o buz dağını. Zaten şimdiye kadar saydığım bütün boğazlar ya da yer altı mağraları gerçekten o yerlerin suları ile doldurulmuş akvaryumlar. Yani Ege Denizi'ndeki balıkların olduğu akvaryumdasınız. O akvaryum o denizin suyuyla doldurulmuş ve de ısısı o denizin yıllık sıcaklık ortalamalarına göre ısıtılıp soğutuluyormuş. Benim bu durum çok hoşuma gitti mesela.


    Antartika'dan çıktığınızda akvaryum sizi bir deniz altına götürüyor. Batık gemiler, mayınları akvaryumların içine koymuşlar. Aynı deniz altındaymış gibi camlardan bakıyorsunuz. Buranın da bir ilginç yanı; derinliğe göre balıkları ayırmışlar. Mesela 250 metre derinliğinde hangi balıklar yaşar ya da 350 - 400 metrede ne tür balıklar yaşar diye bir ayrım yapmışlar. Biraz daha ileride yemek yemek için bir mola yeri geliyor.Çocukların pamuk şeker ya da çikolata alabiliceği yerler var. Tam da bunların yanında minik bir akvaryum var. İçinde rengarenk mercanlar ve yengeçler bulunuyor. Bu yengeçler zararsız olduğundan görevli kadın dokunmaya izin veriyor. Yolculuğa devam ettiğimizde bizim dev boyuttaki akvaryumları izleyebilmemiz için koltukların bulunduğu yere geliyoruz. Burada köpek balıklarının yüzüşlerini izleyebilirsiniz.
    Yolculuğumuzun sonu Amazon Ormanları ile bitiyor. Asıl problem ve benim hiç beğenmediğim yanı işte burası. İlk girdiğinizde adeta bir nemin içine giriyorsunuz. Mekan düzenlemesi ve materyaller sizi amazon ormanındaymışsınız gibi bir izlenime sokuyor. İçeride nefes almak çok zor çünkü aşırı bir nem var. Çok sıcak ve kasvetli bir ortam. Suni bir şekilde içeride minik damlalar halinde yağmur yağıyor. Burada piranaları görebiliyorsunuz. Bu akvaryumun camı çok yüksek heralde içine ellerini sokabiliceklerini düşünmüşler insanların. Balıkların yanı sıra burada camekanlar içinde amazon ormanlarına özel birkilerde bulunuyor. Bu kadar güzel yanını anlattıktan sonra esas kötü yanını anlatmak istiyorum. Dışarıda hava buz gibi malum sonbahar-kış aylarındayız. Amazon Ormanı yerinde çok nem olduğundan inanılmaz terliyorsunuz. Ve o terlede buz gibi havaya çıkmak zorundasınız. Ben çıkarken bir kaç anne baba bu konudan sitem ediyorlardı ki bence çok haklılar. Küçük çocukların çok kolay hasta olabiliceği bir ortam yaratmışlar bu Amazon Ormanı'nı en sona koyarak. Keşke ilk başlara ya da ortalara bir yerlere koysalarmış da minik ziyaretçilerin hasta olmalarını engelleselermiş.
    Gezimizin sonunda sizi hedyelik eşyaların bulunduğu bir yer bekliyor. Hediyelik eşyalar çok şeker ama bir o kadar da pahalı. Gezimiz burada sona eriyor. Ben balık ve değişik yerler görmek isteyenlerin gitmesini mutlaka tavsşye ediyorum. Çok değişik temalar ve yüzlerce balığı bir arada görebiliceğiniz bence tek yer burası :) herkese şimdiden iyi eğlenceler .